GELİVERA VE HES
Gelivera deresi billur suyuyla, nesli tükenmekte olan kırmızı benekli alabalığıyla, şelaleleriyle ve göllerinde yüzmüş olan bölge insanının hatıralarıyla önemli bir kültürel değerdir. Yolların olmadığı zamanlarda Karadoğa Ormanlarının ip dolanmaz tomruklarının bu derenin suyuna verilerek, Espiye’ye akıtıldığını yaşlılarımızdan dinledik. Kazım Koyuncu’nun “Gelivera Deresi iki dağın arası, yüreğunden silinmesun oy, sevdamizun yarasi” türküsünü artık daha bir hüzünle dinliyoruz.
Son yıllarda Karadeniz’in çağlayıp akmakta olan şelalelerine, oynaşmakta olan kırmızı benekli alabalıklarına ve yeşil bir örtü olan ormanlarına bir hançer gibi saplanmakta olan HES Gelivera’ya, yani bizim deremize de gelmekteymiş.
Bölge insanının mayasında milli duygular güçlü olduğundan meseleye bakışları şöyle: 1.Türkiyemiz enerji fakiri, HES yapılsın ki ülkemiz enerjiye kavuşsun, cereyan için ele güne muhtaç olup milli sermayeyi dışa vermesin. İkinci bir sebep olarak eğer ki HES yapılırsa bölgemizde iş sahası açılır, refah artar…vs.
Saf ve temiz yürekli insanımızın bu duygularına ancak selam dururum; Lakin kazın ayağı öyle değil.
Birinci meseleyi ele alacak olursak, Enerji mi, yoksa tüm canlıların hayat kaynağı olan su ve çevre mi… çok yakın bir gelecekte su petrolden daha kıymetli olacak, bu gün Ortadoğudaki huzursuzlukların sebebinin su havzaları; Fırat, Dicle, Asi, Şattü’l Arap, Nil olduğunu anlamak için çok zeki olmaya gerek yok. Enerjinin her zaman güneş gibi, rüzgar gibi, nükleer gibi alternatifi var. Oysa su ve çevrenin asla bir alternatifi yoktur. Bir dere vadisindeki ekosistem bir bozuldu mu, geçmiş’ola… Bir nükleer santral takriben beşyüz hes’e bedel. Bütün hes projeleri tamamlanmış olsa bile enerji ihtiyacının ancak yüzde on gibi çok cüz’i bir kısmını karşılayabiliyor, bu kadarcık bir menfaat için derelere ve dereyle beraber var olan zenginliğe kıymaya değer mi… Nükleer santral Ermenistan’da bile var. Biz yapalım deyince, eğer ki sağlam yapılırsa, çevreye ve insanlığa hiçbir zararı olmadığı halde, bazı iç ve dış menfaat çeteleri çelme takıyor, çelme takılan esasında Türkiye. Neyse ki şimdi iki tane yapılıyor, ama yetmez.
İkinci meseleye gelince, Halkımız ve köy muhtarlarımız “size hes’te iş vereceğiz” gibi laflara itibar etmemeli. Bu şirketler ulusal çapta iş yapan büyük şirketler, onların mühendisi, teknik eleman ve idarecisi bünyelerinde zaten var. Velev ki iş verse bile köyden üç beş güvenlikçi ya da hademe alınacak diye, dedelerimizden aldığımız ve torunlarımıza devretmemiz icap eden güzelim dereler, böyle ucuz menfaatlere satılamaz.
Bazı hemşehrilerimiz HES’e karşı çıkanları bir akşam elektriksiz oturmaya davet ediyorlar. Rabbim kara gün göstermesin, mecbur kalırsa insan elbette elektriksiz yaşayabilir, ama susuz bir gün bile yaşayamaz.
Rizeli hemşehrilerimiz nasıl ki Fırtına Deresini korudu, HESlere peşkeş çektirmedi ve bu gün Fırtına Deresi bir dünya markası, yerli ve yabancı turist akınına uğramakta, hiçbir şey yapamayan yol kenarına peştamal serip lahana veya köy yumurtası satmakta. Aynısını, hatta daha fazlasını, emin olun biz de yapabiliriz. Yeter ki, çatlak ses çıkarmayalım, birlik beraberlik içinde ve kanunlar çerçevesinde deremize, ormanımıza sahip çıkalım. Hiçbir kuvvet halktan daha güçlü değil.
Gelivera Vadisi Doğal Sit Alanı Olmalı
Gelivera Deresinin Yedideğirmenler Tabiat Parkı, Akkaya, Avluca Kalesi, Tarihi Ericek Köprüsü ve Düdür-Çeküşük İstikametli Tarihi Taş Döşeli Yayla Yoluyla birleştirilerek, bir bütün halinde korunması ve doğal sit alanı ilan edilmesi gereklidir. Eğer ki bu yapılırsa bu bölge Türkiye’nin göz bebeği olacak, insanımızın ve bölgemizin çehresi değişecektir. Deresinde rafting yapılan, tarihi yayla yolunda doğa yürüyüşü (trekking) yapılan bir memleket… hayali bile heyecan veriyor. Bununla da sınırlı kalmayıp, dere üzerinde varlığı bilinen bir düzine kemer köprüler, sadece yeri belli olan tarihi çeşmeler ihya edilmeli, büyüleyici bir güzellik olan Akkaya zirvesi yamaç paraşütüne açılmalı… tüm bu güzellikler için, dere olmazsa olmaz. Zira dere bu vadinin can damarı. Bölgemiz siyasetçilerinden ve bürokratlarından bu ve benzeri vaatleri duyabilmek en büyük muradımızdır.
Yine dere merkezli gelişen bu turizm için merkezi bir yerde tarihi bir ev ile serender (mâzı) kamulaştırılsa veya kadim geleneğe uygun inşa edilerek, içi ve dışı tarihi ev aletleri, tarım aletleri, kıyafetlerle donatılıp, zemini çul ve dastarla döşenerek, bir köy müzesi yapılmalı. Yeni nesle tarih ve medeniyeti böylece görselleştirilmeli. Hep neslin tarih ve kültüründen koptuğundan yakınmıyor muyuz…
…ve bir hatıra
Çocukluğumda bir sene Avluca altına dozerci amcalar dereyi keserek göl yapmışlardı. Biz bütün o civar köylerin çocukları bir yaz o gölde hep beraber yüzdük, bizim akranın çoğu yüzmeyi orada öğrendi, daha da önemlisi orada tanıştı, halen devam eden dostlukların temelini o gölde attı. Tâbi güz yağışlarıyla beraber bizim gölde yıkıldı. Biz şimdi bu gölün İşkur tarafından yüzme hocası istihdam edilmiş olan daha güvenliklisini projelendirip, yanına bir de amatör futbol sahası ekleyip, müracaat etsek, eminiz ki, bu yapılır. Belki böylece 80’li 90’lı yıllarda köyler arasında yaşanan futbol turnuvası heyecanı tekrar ihya olur. Böyle bir proje nesle hizmet olacaktır. Hep neslin ekran bağımlısı, obez ve asosyal oluşundan dert yanmıyor muyuz? İstikbalimizin teminatı olan yavrularımız için rahat ve emniyetle yüzebileceği, spor yapabileceği böyle bir proje vücut bulmak için bir yiğit yürek beklemekte…
İnsanların memleketini sevmesi duyguların en asilidir. Memleketi sevmek, yani milliyetçi olmak, öyle hamasi laflarla olacak şey değil; memleketinin insanı başta olmak üzere, dağını, deresini, ormanını sevmek ve korumakla olur. Artık günümüzde çok nadir bir tür olup, bizim deremizde Allah’ın bir lütfu olarak bulunan kırmızı benekli alabalıkları mevsim ve avlayış usulü bile gözetmeden avlayıp, bir de sosyal medyadan marifetmiş gibi ifşa edenler nerde!!! O balıkların evi olan derelere, çağlayıp akmakta olan şelalelere kıyılıyor, neredesiniz!!!
Bende’niz buradan sadece HES’lerin tahribatına dikkat çekmek yerine, alternatif projeleri de anlatmaya gayret ettim. Bunu yaparken tek kaygım çocuklumuzun geçtiği, yüzdüğümüz, abanıp suyunu içtiğimiz, çeşitli hatıralarımızı taşıyan derelerimizin korunmasıdır. Çünkü biz inanıyoruz ki; İyi Müslüman, iyi insan tarihe, tabiata, hayvanata ve tabiî ki insanlığa saygılı olandır. Sahibi aşağıda azab çekmekte olan bir mezarın üzerine yeşil dal kopararak diken ve “umulur ki bu yeşil canlı dal Allah’ı zikreder ve onun zikriyle aşağıda yatanın azabı hafifler” diyen bir peygamberin ümmetiyiz. ”Elinde bir fidan olduğu halde kıyamet kopacak olsa, onu dikecek kadar vaktin varsa onu dik” diyen bir peygamberin ümmetleriyiz İnşa ettiği her bir mezara su toplama çömleği koyan ve bu birikinti suyu kuşların, böceklerin içmesini bir sadaka, ihsan sayan bir medeniyetin mensuplarıyız. “Yaş kesen, baş keser” diyecek kadar çevreci dedelerin torunlarıyız. Su kaynaklarına çöp atmayı, kirletmeyi çok ayıp ve günah sayan bir geleneğin temsilcileriyiz. Biz çevre ve doğaya karşı bu kadar hoyrat, hatta hunhar olamayız. Biz şefkat nebisi peygamberin ümmetlerine kalkıpta karşı mahallenin adamları çevre, su, ağaç, orman dersi veremez… vermemeli.
Bu vadi ve bu dağlar bizim vatanımızsa, sahip çıkmak için buralarda arsamızın da olmasına gerek yok; çünkü, şunu iyi bilelim; “Arsaya tapuyla, memlekete gönülle sahip çıkılır.”
Hocam yazınızı okudum çok güzel tespitleriniz var.inşallah birilerinin dikkatini cekmesini temenni ediyoruz..agiziniza sağlık taktir ediyoruz..