GELEVERA ADI ÜZERİNE BİR DENEME (1)
Sahilden 80 kilometre içerideki Giresun dağlarından (rakım 3450 m.) doğan Karavovacık, Karadoğa, Boynuyoğun gibi birçok derenin birleşimiyle oluşan ve öyküleriyle türkülere konu olan, adını ise Gelevera köyü/yaylasından alan Gelevera deresinin ad kökenlerine dair merakın gitgide artması; buna karşın herhangi bir araştırmanın yapılmamış olması, yöre kültürü açısından önemli bir eksikliktir. Şüphesiz bu eksikliği gidermek gibi bir iddiası olmayan bu yazı, bazı derleme bilgiler ve mevcut veriler üzerinden tahmin yürütmekten öteye varamayacak bir deneme niteliğindedir.
Gümüşhane’nin Kürtün ilçesine bağlı Sapmaz köyüne de halk arasında “Gelevera” denilmektedir. Bu köy, Gelevera deresinin her iki yanında kurulmuş, yakın dönemlerde baraj altında kalmıştır. Gelevera deresi, bugün turistik bir potansiyele sahip olup, eski tarihlerden beri yöre yaylacılarının en önemli yol güzergâhlarından biri olagelmiştir. 1530 yılı Osmanlı kayıtlarında “Gelevera karyesi”, “yaylak” olarak tanımlanmış olup Çepni (Giresun) nahiyesine bağlı olarak karşımıza çıkmaktadır (T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 387 Numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Karaman ve Rûm Defteri (937/1530) II, Ankara 1997, s. 159).
Öncelikle, konuya dair derlemelerimize yer vererek konuya giriş yapacağız. Ardından Gelevera adının menşeine dair kendi yaklaşımlarımızı aktarmaya çalışacağız.
Çocukluğu 1940’lı yıllarda Gelevera havzasının bir uzantısı olan Espiye’de dolu dolu geçmiş olan ve yöreye dair kültürel-tarihî konulara en çok kafa yormuş, araştırmış isimlerden biri olan E. Mülki İdare Amiri H. Kemal Baykal’dan, “Gelevera” adına dair edindiğimiz bilgilere hiç dokunmadan aşağıda naklediyoruz:
“Gelevera Deresi, Yağlıdere’nin en az üç dört misli su taşır. Daha yüksek ve karlı dağlardan, daha geniş bir hinterlanttan beslenir. Sel suları çok çeşitli bitki ve canlı çeşidini sahile taşır. Denebilir ki Kiliseburnu’na kadar tüm Adabük düzü bu derenin eseridir. Taşıdığı yem yiyecek, yakacak ve tarıma elverişli topraklar nedeniyle bir halk yakıştırması olarak; gelip bir şeyler vermesi nedeniyle “gele vere” deresi diyen Espiyeliler vardı, çocukluğumda… Ama bu sadece bir yakıştırma olsa gerek. Tarihte Espiye’de uzun süre egemen olmuş yerleşik kültürü olan kavimlerden birine ait olması çok daha mümkün. Zira satıhtan mostra gösteren Lahanas’ı bakır yataklarının bakır çağına erken geçmiş bir uygarlığı ve onun ad koymalarını öne çıkarır. Karadeniz‘de ticaret kolonileri kuran Miletoslular bile öne çıkar bu durumda. İonya uygarlığı Atina uygarlığından 400 yıl ileri bir uygarlıktır. Gemicilikte de kıyı takibi ile ilk Karadeniz kolonileri kuranlar da onlardır. Pers satraplıklarını da unutmamak gerekir… Anadolu’yu yönetmiş ve uzun süreler vergiye bağlamışlardır. Günümüz Kurmançisinde “gelek” sözcüğü “çok” sözcüğü ile eş anlamlıdır. “Gelli” ise “tümü, hepsi” anlamındadır. Burada gramer yapısı Farsça olan bu karma dilin kökeninde bu kelimelerden nasıl etkilendiğine de bakmak gerekir. Pondiki lehçesi acaba nasıl adlandırıyordu bu dereyi? Yoksa Saka Türkçesi mi yaptı bu adlandırmayı? Kelge-gele, berge-vere Oğuz Türkmencesi gibi… Gerçek bir, rivayet muhtelif… Unutma… Bir Batı Anadolu uygarlık dili olan İonca iki lehçelidir. İbihca gibi bir ölü dilden de olabilir…”(H. Kemal Baykal ile yapılan görüşme, 12 Eylül 2019).
Yukarıda, Gelevera adının kökenine dair bir derlememizi paylaştık. Bu bakış açısı, Gelevera’nın Espiye’deki kısmına yani denize döküldüğü alana endekslidir. En başta zikrettiğimiz Gelevera köyünün/yaylasının adı da hesaba katıldığında, derenin ad kökenin bu yaylanın adıyla sıkı bir bağlantı içinde olduğu anlaşılmaktadır. Yani dereye “Gelevera” adını, denize döküldüğü yerin halkı vermiş olsa bile derenin beslendiği ana kaynaklardan biri olan “Gelevera” yaylasından dolayı adın konulduğu kuvvetle muhtemeldir. Buradan hareketle öncelikle yerleşim yeri olan “Gelevera”nın ardından da aynı adla anılan derenin ad kökeni üzerinde yoğunlaşacağız.
“Gelevera” sözcüğünün yapısına baktığımızda, iki sözcükten oluşan bir birleşik isim olduğu düşüncesine kapılıyoruz. O halde iki ayrı sözcüğün nasıl yan yana geldiğini, nasıl yer adı olarak konulmuş olabileceğini irdeleyip anlamaya çalışacağız. Eski sözlükleri karıştırarak “gele, gela, kela, kala, gala, kole, koli, kele, gelli, kelli, vera, vara, vere, vira, viya, vora, vore, …” sözcüklerini ve bunların kullanımlarını, söz konusu havzanın tarihî-coğrafî özellikleriyle birlikte incelemeye çalışacağız… -Devamı haftaya-
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.