EYNESİL YÖRESİNDEN ATMA TÜRKÜLER (4)
(Geçen haftanın devamı)
Görüldüğü üzere, burada aktardığımız dörtlüklerin bazılarında ilk iki dizeyle son iki dize arasında farklı anlamlar barınmaktadır. Ancak anlamca ne kadar farklı olsalar da yöreye özgü ifadeler, içerikçe sosyal bir bütünlük arz etmektedir. Atma türkülerin muhatabı / muhatapları vardır, bu muhatap bazen bir başkası olurken, bazen de kişinin kendisi olmuştur. Verilmek istenen mesaj, yani atma türküyü yakanın derdi, isteği, eleştirisi son dizelerde vurgulanmış, ilk iki dize bazen kafiye amaçlı bir giriş olarak kullanılmıştır.
Burada aktardığımız atma türkülere bakıldığında, yörenin ağız ve dil özellikleri hakkında önemli ölçüde bilgileniyoruz. Zaten atma türkülerin bu özellikleri, onların hangi yöreye hatta yöreyi iyi bilenler için hangi ilçeye, hangi köye ait olduklarını ortaya koyuyor. Yukarıda aktardığımız atma türkülerin içinde geçen sözcük ve ifadeleri de kısaca şöyle tanımlayabilir ve değerlendirebiliriz:
Çanak: Çeşmelerde, su içilmesi için taştan veya ağaçtan oyularak yapılmış kısım. Eynesil’de geçmişte olduğu gibi, bu tarz çeşmeler bugün de bolca bulunmaktadır.
Gaş: Kaş, uçurum. Yöremizde sıklıkla kullanılan bu sözcük, Kaşgarlı Mahmut’un 11. yüzyıl sonlarında yazdığı Divan-ı Lügati’t-Türk’te “qaş” olarak geçmektedir (2005, s. 410).
Kepelek: Kelebek.
Çıtırik: Yörede, küçük yemişleri olan bir tür yabani ağaç. Eynesil tarihi açısından önemli bir kaynak olan ve ilk kez tarafımızdan yayınlanan Köseoğlu Osman’ın Hatıratı’nda, Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki yokluk zamanları anlatılırken; “Karaağaç derler, onu herkes bilemez. Çıtırik’e benzer yaprağı. Onu yerdik, dut yaprağı da yerdik…” şeklide ifadeler geçmektedir (Bkz. Mevlüt Kaya, Eynesil Tarihi ve Kültürü, 2017, s. 89).
Buymak: Üşümek. Divan-ı Lügati’t-Türk’te bu sözcük “budutmak” olarak geçer (s. 203).
Çebiç: Keçi yavrusu.
Çebiççi: Yörede bir yer adı.
Gebiççi: Değirmendeki mısırın öğütülmesi işini yapan kişi. Değirmenci.
Gelek: Ağaç veya mısır yaprağı.
Gırantarla: Yörede bir yer adı.
Gızılağaç: Kızılağaç. Yörede “yaykın” da denir.
Işkın: Ağacın filizi, sürgün (Divan-ı Lügati’t-Türk’te “ışgun: ravdendiye, ışkın” olarak belirtilmiştir, s. 283).
Kekül: Kâkül.
Kesdene: Kestane, kestane ağacı veya tahtası.
Kirez tenesi: Kiraz tanesi.
Okarı: Yukarı.
Ören: Eynesil’de belde.
Şahan: Şahin kuşu.
Yukarıda aktardığımız bir türküde “Kesdene soyulur mu? / Ocağa goyulur mu?” derken, yöremizde eskiden bir sonbahar geleneği olan, suda kestane pişirme işlemi ifade edilmiştir. Kestaneler önce ormandan toplanır, topuzundan (buna yörede “topur” da denir; “kestaneden çıkmış topurunu beğenmiyor” dey.) çıkarılır, sonra kenarları bıçakla hafifçe açılarak içi su dolu tencereye konularak ocağa (yer ateşinin veya kuzinenin üstüne) konularak kaynatılır, sohbet eşliğinde aile fertleri veya komşularla birlikte yenirdi… Bahsettiğimiz türküde anlatılması hedeflenen, kestanenin ocağa konulması değil, sonraki iki dizenin istenen iletiyi ulaştırmasıdır: “Uzaktan bakıyorsun / Gız sana doyulur mu?” Genel olarak diğer bazı dörtlüklerde de durum böyledir: (Devamı haftaya)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.