EYNESİL YÖRESİNDE YAYLACILIK GELENEĞİ (2)
Yaylak-kışlak yaşam tarzını benimsemiş olan yarı göçebe Türklerde “hobi” yoktur. Kadınların ve erkeklerin yapacağı işler, kısım kısım bellidir. Günün büyük bir bölümü aile fertleriyle, hayvanlarla, gündelik işlerle ilgilenerek geçirilir. Kalan zaman da köklü bir Türk geleneği olan komşu, akraba ziyaretleri ve sohbetlere harcanır. Ancak şu da bir gerçektir ki, yöre halkı köyde ve yaylada, kendine sürekli yapacak bir iş bulur, boş duramaz. Bu durum, asırlarca Türk toplumunun genlerine işleyerek, karakterlerini şekillendiren “göçebelik” geçmişinden kaynaklanmaktadır (Türk göçebeliğinin bugün Türklerin yaşantısındaki canlı izlerine, bunların psikolojik çözümlemelerine şu eserlerden ulaşılabilmektedir: Erol Göka, Türk’ün Göçebe Ruhu, Timaş yay., İstanbul 2010; Erol Göka, Türklerin Psikolojisi, Timaş yay., İstanbul 2007).
Göçebeliğin çağlar boyunca toplum üzerinde baskıladığı “idarelik” kültürünün ve maddi olanaksızlıkların neticesinde yayla evleri, köy evlerine göre daha basit ve daha düşük maliyetli olurdu. Göçebelik etkilerinin tam olarak toplumdan silinmesi olanaksızdır fakat bugün yayla evleri hartama çatılı, taş duvarlı evlerden, üstü çinkolu betonarme veya prefabrik evlere dönüşmüştür. Eskiden insanlar yaylalarına ev yapabilmek için derelerden taş toplar, çam ormanlarından hartama yaparlardı. “Hartama çekmek” şeklinde ifade edilen bu faaliyetlerin ormanları yok etmesi endişesiyle, devlet idarecileri ormanlara “kolcu” denilen bekçiler yerleştirirdi. Halk kolcuları çok sevmezdi; onları mesken inşasının karşısında büyük bir engel olarak görürlerdi. Aynı zamanda ormancılar ve kolcular halk arasında nüfuzlu kişiler olarak görülmekteydi. Çalışmanın “Türküler” kısmında da görüleceği üzere, yörede ormancılara ve kolculara söylenmiş birçok atma türkü bulunmaktadır.
Yaylalar, çocukların eskiden çobanlık deneyimi kazandığı ve çeşitli oyunlar oynayarak büyüdükleri yerlerdi. Bu oyunlar, modern çağdakiler gibi tek başına oynanan oyunlar olmayıp, çocuklara toplum kültürü kazandıran, paylaşmayı ve birlik olmayı uygulamalı bir biçimde öğreterek onları sosyalleştiren oyunlardı. Yörede eskiden çocukların vazgeçilmezi olan oyunlar şunlardı: Kopça, Kolçak, sülük (sek sek), saklanbaç (sinmeç), kıvkıvcılık, yakan top, mile, mum, cüz, kum cüzü, 12’lik cüz, beş taş, tiktak, cevizden fırıldak, fındıktan fırıldak, çember, çaytak, düğmeden iplikli fırıldak.
Çocukların sağlığı için de önemli olan yaylalar, genellikle yaşlıların yaz mevsiminde vakit geçirdikleri mekânlar olagelmiştir. Yaylanın havasının ve suyunun insanlara iyi geldiğine inanan yöre halkı, yaylada yaşayanlarda “yayla kuvveti” oluştuğunu söylemektedir. Türklerde “kuvvet” sosyoekonomik yaşantının en önemli göstergelerinden biriydi.
Savaşçı bir toplum olan Türklerin yaşantısında fiziki kuvvet, savunma mekanizması ve iş gücü açısından daima önemli görülmüştür. Adına türkü yaktığı yüksek tepe ve dağları yurt tutan Türk boyları, yurtlarını ve meskenlerini; soylarını ve hayvanlarını “düşman”dan korumak için, teknolojik imkânlardan yoksun oldukları çağlarda, fiziki güçlerini kullanmışlardır. Türklerin psikolojisini inceleyen Göka, bu durumu şöyle özetlemektedir: “Göçebe, komşularıyla hem savaşmak, hem ticaret yapmak hem de varlığını korumak durumunda…” (Erol Göka, Türklerin Psikolojisi, s. 112). -DEVAM EDECEK-
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.