Fitnecilere aldanma, dostunu yalnız bırakma!..
Dostunu yalnız bırakırsan yalnız kalırsın.
Bugün dostuna destek olmazsan yarın sana destek olacak birini bulamazsın!
Fitnecileri iyi tanı, tuzağına düşme!..
Fitnecilerin dostunuzla aranızı açmasına fırsat verme.
Son pişmanlık fayda vermez!
***
Hz. Mevlânâ, insanların fitneci ve arabozucu kişilere aldanmaması gerektiği hususunda Mesnevî’’de dostluk, birlik ve beraberlikle alakalı vecîz bir hikâye nakleder…
Biri fakîh, yani din adamı, hoca; biri seyyid yani Hz. Peygamber’in neslinden; biri de sûfî, yani derviş olan üç arkadaşın birbirlerine destek vermemelerinin acı akıbetini anlatan ibretlik bir hikâye: “Bir bahçıvanın sûfî, fakîh ve seyyidi birbirine düşürüp ayırması”
Bu üç arkadaş bir bağa girerler… Bunları gören bahçıvan kendi kendine söylenir:
“Bunlara karşı söyleyeceğim nice sözler, reddedilmez yüzlerce delillerim var. Var ama onlar üç kişi bir topluluk; topluluk ise güçtür, kuvvettir, rahmettir. Tek başıma üç kişi ile uğraşamam. Bu yüzden onları birbirinden ayırmam gerek. Onların her birini bir tarafa atayım, yalnız kalınca da onların birer birer hakkından geleyim.”
Önce Sûfîyi arkadaşlarının gözünden düşürmek için hileye başvurur. Sûfîye der ki: “Haydi eve git de, bu arkadaşlar için bir kilim getir!”
Sûfî gidince bahçıvan, Fakîhe: “Sen tekinsin; din hususunda bilgin bir kişisin. Bu arkadaşın da ünlü bir seyyid, yani Peygamber neslinden gelen bir kişidir. Biz senin fetvanla ekmek yiyoruz, senin bilgi kanadınla uçuyoruz. Bu da bizim sultanımızın şehzadesidir. Yani büyük Peygamberimiz soyundan gelmiş bir seyyiddir. Onun bunun sırtından geçinen bu pisboğaz sûfî de kim oluyor ki, sizin gibi padişahlarla oturup kalksın? Gelince onu yanınızdan uzaklaştırın; savın gitsin. Siz de tam bir hafta benim bahçemde, bağımda misafirim olun kalın. Ey benim sağ gözüm olan fakîh ve seyyid; bağ ve bahçe de nedir ki; benim canım sizindir” diyerek içlerine şüphe düşürür…
Sûfî gelince arkadaşları onu yanlarından uzaklaştırırlar.
Arkadaşlarından uzaklaşan Sûfiye elinde kocaman bir sopa ile yetişen bahçıvan: “Bu ne biçim sufîlik? Bu nasıl dervişlik? Fırsat bulunca hırsızlık için onun bunun bağına giriyorsun! Bu hırsızlık yolunu sana Cüneyd mi gösterdi, yoksa Bâyezid mi? “ diyerek iyice döver.
Sûfî; “Bana olacak oldu, benim nöbetim geçti, ama ey arkadaşlar, sizin de başınıza neler geleceğini düşünün, kendi nöbetinize hazırlanın. Siz beni yabancı bildiniz ama bu kalpazandan da yabancı değilim. Bunu da bilin. Benim yediğim dayağı siz de yiyeceksiniz. Böyle bir şerbet, her alçak kimsenin cezasıdır” diye söylenir.
Bahçıvan, sûfîyi dövüp ondan ayrıldıktan sonra, Seyyid’e yönelir. “Ey seyyid! Sen de eve git; öğle yemeği için yufka ekmeği pişirtmiştim. Evin kapısında Kaymaz’a söyle, o pişmiş yufka ekmeği ile pişmiş kazı getirsin” der.
Seyyidi eve yollayınca hocaya der ki: “Ey keskin görüşlü kişi! Sen fakihsin, senin fakih olduğunu herkes görüyor, biliyor. Bu apaçık meydanda. Arkadaşın ise seyyidlik taslıyor. Hz. Peygamber’in neslinden gelen seyyidim diye bir iddiada bulunuyor. Hâlbuki onun atasının ne yapmış olduğunu, ne iş işlediğini kim bilir? Zamanımızda nice ahmaklar kendilerini Hz. Ali soyundan, Peygamber neslinden göstermektedirler.”
Seyyidin arkasından eve giden bahçıvan, “Ey eşek! Seni bu bağa kim çağırdı? Sana hırsızlık Peygamber’den mi miras kaldı? Arslanın yavrusu arslana benzer. Söyle bakalım sen Peygamber’e ne yüzden benziyorsun?” diyerek güzelce Seyyidi de döver.
Seyyid, bahçıvanın dayağından perişan bir hale gelince, fakîhi hayalinden geçirerek: “Ben sıçradım sudan çıktım, ben nöbetimi savdım. Sen şimdi yapayalnız kaldın, ayağını denk al! Ben seyyid değilsem de, senin sohbetine layık bir arkadaş olamadımsa da, senin için bu zalimden daha değersiz, daha aşağı değilim ya!” diye söylenir.
Bahçıvan, seyyidi de dövüp ondan da kurtulunca bu defa fakîhe yönelir: “Sen fakîh misin? Fakîhlik nerede, sen nerede? Ey her aşağı kişiye ayıp kesilen, ar olan en günahkâr, en kötü insanlar bile senden utanırlar. Ey eli kesilesi, bağa girersin de izin var mı, müsaaden var mı demezsin; bu mu senin fetvan? Böyle bir rûhsatı, izini islam hukukuna ait fetvaları ihtiva eden tanınmış kitaplardan Vasît’te mi okudun? Yoksa Muhît’te mi var?” diyerek, fakîhi de saf dışı bırakır.
Dayağı yiyen Fakîhin “Hakkın var, vur! Vur ki, fırsat eline geçti. Dostlardan ayrılanın lâyıkı budur!” diye söylenmesinin artık bir anlamı olmayacaktır.
İşte birlik olamamanın, birbirine destek olamamanın, fitneci bahçıvanın tuzağını görememenin acı akıbeti!
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.