GELEVERA’NIN BOĞAZINA DİZİLEN TAŞLAR!!!
Bilirsiniz…Tarih boyunca, şehirler, medeniyetler, derelerin, ırmakların, göllerin, denizlerin kıyısında kurulmuştur. Su varsa hayat vardır, uygarlık vardır. Bu yüzdendir ki toplumların suya bakış açısı, suya verdikleri değer aynı zamanda uygarlık göstergesidir.
Karadeniz’in kıyısında, Gelevera ve Yağlıdere’nin kolları arasında, su nimetinden yana oldukça şanslı bir ilçedir, Espiye’miz. Gelin görün ki, önce şehirler arası karayolu üstüne yapılan transit üst geçitle, gerekli gereksiz dalgakıranlarla Espiye’nin denizden gelen nefesleri kesildi. İnsanımızın, denizle iç içe, ona dokunarak yaşama hakkı elinden alındı. Şimdi de Gelevera köprüsü ile Canikli köprüsü arasına yapılan taş duvarlar, aynı şekilde, Gelevera deresi ile insanımızın arasını açmış görünüyor! Rekreasyon alanı (insanların dinlenmeleri, eğlenmeleri için oluşturulan park, bahçe, piknik, gezinti alanı) olarak düzenleneceği söylenen iki köprünün arasına yapılan çift taraflı duvara bir bakın; insanların dere kenarına inebilmesine dair tek bir imkan düşünülmüş mü? Hadi diyelim ki derenin kenarında tehlike var, Allah göstermesin; ya bir araç, hayvan, insan, bir çocuk bir şekilde düşerse ne olacak? İtfaiye merdiveni mi beklenecek? Dönüp bir daha bakın; taş duvarlarla sağlanan estetik bir görüntü var mı? O duvarların üstünde tek bir ağaç var mı? Gelevera’yı besleyen derecikler barajlara bağlanarak debisi düşürülmüş iken, karşılıklı iki duvar arasında bırakılan o kadar geniş boşluğa gerek var mıydı? Yapılan o duvarlar dairesel hatlarla derenin içine doğru kıvrılarak, daha güzel bir görüntüye kavuşturulamaz mıydı? Yapılacak mimari platform, yükselti ve merdivenlerle insanımızın dere kenarından nasiplenmesi sağlanamaz mıydı? Oluşan o geniş boşlukta, kuşların ve bitkilerin barınağı olacak adacıklara, alanlara yer verilemez miydi?
Yine bilirsiniz… Dereler de bir can taşır ve canlara hayat vermek için akıp dururlar. Ve dereler sadece sudan ibaret de değildirler. Sesiyle, akışıyla, kenarlarında can bulan yeşil bitkilerle, o yeşilliklere sığınan kuşlarla, ağaçlarla, kenarlarında söylenen türkülerle, tutulan balıklarla, kıyısında yakılan çoban ateşleriyle, döndürdüğü değirmen taşlarıyla, yüzme imkanlarıyla, yaşattığı anılarla boydan boya hayat belirtisidir. Sizce bu iki köprünün arasında böyle bir şey mümkün m? Gelevera deresinin boğazına taş dizenler bunu hiç düşündüler mi acaba? Tam da Karadeniz’e vuslat anında boğazının, canının sıkılması için Gelevera deresinin günahı ne olabilir ki?
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.