ÜLKÜTAŞIR’IN AĞAÇ KÜLTÜ ARAŞTIRMALARI (1938) -2-
Ülkütaşır’ın ağaç kültüne dair araştırmaları, Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki imgelerden beslenerek zikredilen yazısının ikinci serisinde şöyle devam etmektedir: “Eski Türklerde mukaddes ağaçlar çam, kayın, huş ve ardıçtır. Çam ağacına eski Türklerde fusuk derler. Fusuk dişi sayılırdı. Bu sebeple Türklerde fusuk, kadın adı da olmuştur. Her sabah kadınlar bir ardıç dalı ile ateşlerini tazeler ve bu dal ile odalara tütsü vererek fena cinleri kaçırırlardı. Bugün bu akide, Altaylılarla, Kırgızlarda halâ yaşamaktadır. Yine eski Türklerde ilk totemler: Koyun, horoz, it ve domuzdur. Bunlar birer cihet, mevsim, ilâh ve unsurlara tevakkuf eder. İşte koyun toteminin unsuru “ağaç”, ilâhı Gökhan, mevsimi yaz ve ciheti de şarktır. Yine, ağacı mukaddes tanıyan Türkler, bunun etrafında dans eder, ona karşı takdiskâr hislerini arz ederlerdi. Bu akideye on ikinci asır ortalarında da tesadüf ediyoruz. Nitekim İran-Türk-Moğol imparatorlarından Gazan İlhan, Müslüman olduğu halde bir ağacı bezlerle süsleyip etrafında dans etmiştir. Bu, ağaca tapmak, adak adamaktır.
Türklerde çok yaygın olan ağaç kültü, bazı müelliflere göre, Budizm’den girmiş bir akide halinde telâkki edilmektedir. Hâlbuki bu kült, daha ziyade umumî, Beşerî bir mahiyet gösterir. Hatta en eski şimal kavimlerinde bile ağaç kültü mevcuttu. Şimal İslavlarında mukaddes ormanlar olduğu gibi, Moğollarda da “koruğ” denilen mukaddes ormanlar vardı. Ağaç kültü, evvelce de kaydettiğimiz gibi, en iptidaî devirlere, totemizm devrine ait bir külttür. Hıristiyanların “noel” çamları ve buda menkıbelerinde ağaç kültünü andıran rivayetlerin hepsi, eski devirlere ait totemizm ve natürizm bakiyeleridir.
Altay Türk oymaklarından bazılarının, bu kültün totem devrine ait rivayetlerini muhafaza ettikleri, kendilerinin “ağaçtan türediklerini” ifade etmelerinden anlaşılmaktadır (Akgün, 30 Haziran 1938).
Oğuzlarda ağaç kültünün, ağaca okunan Hymne ilâhileri ile beraber, İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra bile devam ettiğini Dede Korkut Kitabı’ndaki kayıtlardan sarahaten anlıyoruz. “Salur Kazan’ın evinin yağmalandığı” hikâyesinde Oruz’un ağaca söylediği deyiş tamamıyla bir Hymne’dir.
Eski Türk kabile teşkilâtında, muhtelif ağaçların kabile birliğini ifade eden bir sembol olarak kullanıldığını da gösteren emareler çoktur. Meselâ, Başkurt rivayeti olan Cengizname’de Başkurt kabilelerine, Cengiz Han tarafından alâmet olarak muhtelif ağaçlar, kuşlar ve uran parolalar verildiği bildirilmektedir. Başkurt kabilelerinde, son zamanlara kadar her kabile, kendisinin ağaç, kuş ve uranını iyi bilirdi. Oğuzların kabile teşkilâtında da böyle bir şey olduğunu yine Dede Korkut hikâyelerinden anlıyoruz. Nitekim “Başat”ın Tepegöz’ü öldürdüğü” hikâyesinde Tepegöz, Uzunoğlu Basat’a:
“Kalorda koparda yiğit yerin ne yerdir? (Yiğit, senin yerin neresidir?)
Karanğu dün içinde yol azsan umun (parolan) nedir?” (Karanlık gecede parolan nedir?)
Kaba âlem götüren Hanığuz kim? (Hanınız kim?)
Kırış günü öndin depen Alpuğuz kim?
Ağa sakallu baban adı nedir? (Aksakallı babanın adı nedir?)
Alp erin, adın yaşurmak (saklamak) ayıp olur (Yiğit adamın adını saklaması ayıptır).
Adun nedir yiğit? Diğil mana” (Kahraman haydi bana adını söyle), diye sorduğu zaman Basat’ın ona verdiği cevap şöyledir:
“… Kırış günü öndin depen alpımız Sabur oğlu Kazan.”
“Atam adın sorar olsan Kaba ağaç.”
“Anam adın dersen Kağan Aslan” (Kırış günü alpımız Salur oğlu Kazan, atamın ismini sorarsan Kaba ağaçtır, anamın ismi de Kağan Aslandır) sözleri, ağaç kültünün vazıh izlerini taşımakta olması itibariyle dikkate şayandır” (Akgün, 07 Temmuz 1938). [Devam edecek.]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.