ÜSLÛB-U BEYAN AYNİYLE İNSAN…
Üslûp, illâ üslûp!..
Üslûp, insanın aynasıdır, kişinin ta kendisidir.
Üslûp, kişinin duygu ve düşüncelerinin dışa yansımasıdır.
Her makam ve sıfatın kendine has bir üslubu ve edebi vardır…
Her şahsın (yaşına, kültürüne, ilmine, taşıdığı sıfata göre) kendine has bir üslubu vardır.
Âlimle cahilin, öğretmenle talebenin, amirle memurun, idare edenle idare edilenin üslubu aynı değildir. Aynı da olmamalıdır!
Sorumluluk taşıyan iktidar makamında bulunanların üslubuyla sorumluluk taşımayan muhalefet mevkiinde bulunanların üslubu da aynı olamaz. Ve olmamalıdır.
***
Muhalefet de yıkıcı değil yapıcı olmalıdır… Tamam. Lakin tasvip edilmemekle beraber muhalefet mensupları sorumsuzca yıkıcı ve tahrik edici bir üslup kullandığında iktidar makamında bulunanlar aynı tonda üslup kullanamaz, kullanmamalıdır.
***
“İnsan arabaya benzetildiğinde bilgisi, motoru; edebi ve ahlakı da direksiyonudur. Motor ne kadar güçlü olsa da, direksiyon olmayınca o bir işe yaramıyor. O yüzden edep ve ahlâkın bu toplumun fertlerine öğretilmesi gerekiyor.” (Prof. Sabahattin Zaim)
***
Biz Müslümanlara konuşma üslubumuzun nasıl olması gerektiğini zaten Rabbimiz öğretiyor:
Yüce Rabbimiz Musa aleyhisselama Firavun’la bile konuşacağı zaman (Tâhâ, 44) “Ona tatlı, yumuşak dille söyleyin, yumuşak bir tarzda hitab edin…” diye emrediyor…
Keza Peygamberimiz aleyhisselama da (Âli İmrâ,159) “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi” buyuruyor.
***
Peki, Firavun gibi düşmanlarımızla bile yumuşak ve tatlı bir üslupla konuşmamız emrolunurken…
Ve dahi katı yürekli olmak ve kaba davranmak; muhatabın uzaklaşmasına sebep oluyorsa;
Müslüman kardeşlerimizle, komşularımızla, meslektaşlarımızla, mesai arkadaşlarımızla konuşurken üslubumuz nasıl olmalıdır?
Kardeşlerimiz, komşularımız, meslektaşlarımız, mesai arkadaşlarımız, teşkilat üyelerimiz Firavun’dan daha mı zalim, daha mı şedit, daha mı beterdir ki kırıcı oluyor, azarlayıcı ve rencide bir üslup kullanıyoruz?
Hâkim, suçlu da olsa sanığı azarlamaz!
Doktor, hastası (hastalığının etkisiyle) şahsına hakaret etse de onu azarlamaz ve tedaviden vazgeçmez!
***
Suçlular cezasını çekmelidir. Lakin cezalandırmaktaki maksat; suçluları yok etmek, toplumdan tecrit etmek olmamalı… Onları ıslah etmek ve topluma kazandırmak, suçluların şahsında başkalarının aynı suçu işlemesine mani olmak olmalıdır!
Cezaevleri, ceza evi değil ıslah evi olmalıdır.
***
İnsân (Dehr) suresi 8. Ayetinin (Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.) tefsirinde merhum Elmalılı Hamdi Yazır diyor ki: “ESİR, köle olup olmamaktan, Müslüman olup olmamaktan daha genel olarak, hangi esir olursa olsun demektir.
Burada esirlere, düşkünlere güzel muamele yapılmasına önemli bir şekilde dikkat çekilmektedir. Esir, kendisine öldürme veya başka herhangi bir muamele yapılmaya mahkûm bir durumdadır. Onu öldürmek gerekirse önce öldürmeli, fakat esirlik zincirine vurulduktan sonra da işkence etmeyip mümkün olabildiği kadar insanca bakmalıdır. Rivayete göre, Hz. Peygamber’e bir esir getirilir, o bu esiri Müslümanlardan birine teslim eder, “buna ihsan et, güzel bak” diye emrederdi. Esir iki üç gün onun yanında kalır, esire, onu kendi nefsine tercih edecek şekilde bakardı. Katâde şöyle der: “O gün onların esirleri müşriklerdi. Senin Müslüman kardeşin ise elbette doyurmana daha layıktır.” Müslüman bir esire yardım, daha çok onu esirlikten kurtarmaya çalışmakla olur. Sonra onlar bu yemek yedirmeden bir menfaat ve karşılık beklemezler.”
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.