DOLAR: 34.6 TL
EURO: 36.4 TL

YAPI KÜLTÜRÜMÜZDE GÖÇEBELİK İZLERİ

6 yıl önce
3.095 kez görüntülendi

YAPI KÜLTÜRÜMÜZDE GÖÇEBELİK İZLERİ
Reklam

Giresun yöresi, Oğuzların yirmi dört boyundan Çepni, Bayındır, Halaçlı, Avşar, Eymür, Bayat, Döğer, Kargın, Kınık ve Yıva’lara bağlı yüzlerce oymağın yurt tutmuş olduğu bir alandır. Zikredilen boylara bağlı toplulukların, 1071’de Türklerce Bizans’a karşı alınan Malazgirt zaferinin ardından buralara akın ettikleri ve en ücra köşelere dek yurt tuttukları tarihsel bir gerçekliktir. Bunlar, yaylak-kışlak yaşam tarzına sahip Türk topluluklarıdır. Her birinin ekonomisi yaylacılığa bağlı hayvancılığa endekslidir. Yayla, oba, otlak ve su kaynakları bunlar için olmazsa olmazdır. 18. yüzyılda bu topluluklar arasında tarımın/ziraatın ekonomik bir alternatif olduğunu benimsemelerine dek, binlerce yıllık gelenekten doğan bu durum böyle seyretmiştir. Dolayısıyla göçebe Türk boylarının yaşantısı her alanda olduğu gibi, meskenleşmede de belirleyici olmuştur.

1990’lı yıllara dek yöremizde her köyün bir yaylacılık geleneği bulunmaktaydı. Tam manasıyla yaylacılığa bağlı hayvancılık, kışlaklardaki tarım meşgalesiyle birlikte yürütülmüştür. Üstünkörü yapılmış yayla evleri “geçici” olarak yapılmış, bunların yapımında “hızarcılar” tarafından gayet ince biçimde kıyılmış çam tahtaları (hartama), çam ağaçları ve duvarlar için özensiz biçimde bir araya getirilmiş olan taşlar kullanılmıştır. Söz konusu eski yayla evleri genelde tek ya da iki gözlü, gayet küçük evlerdir. Yaylacılığın amacını teşkil eden büyükbaş hayvanlar sayıca az olduklarından derme çatma bir ahırda, küçükbaşlar ise kalabalık olduklarından çevresi ağaçlarla gelişigüzel çevrilmiş, korunaksız ağıllarda (badlarda) gecelemektedir. Bu durumlar binlerce yıllık göçebelik anlayışının meskenlere bakışını yansıtmaktadır. Göçebelikte meskenler tam teşekküllü değildir; yerleşikliğin teşkilatına uzak olma durumu söz konusudur. 1990’lı yıllara dek yayla evlerinin tuvaletleri genellikle evden yüz metre uzakta, müstakil biçimdeydi. Bu da meskenleşmedeki teşkilatsızlığın, yani geçmişi göçebeliğe dayanan bir toplum olmanın bir sonucudur. Ne zamanki halk arasında yaylacılığa dayalı hayvancılık terk edilip yaylalar turistik amaçla kullanılmaya başlandı; işte o zaman yayla evleri kışlak/köy evlerine benzemeye başlamıştır. Elbette ki bundan kitle iletişim araçlarının ve teknolojinin hızlı gelişiminin önemli bir payı vardır.

Dereli ilçesinin bazı köylerinde iki bacalı eski evler yaygındır. Bir evde iki baca olmasının nedeni araştırıldığında ise o evde eskiden iki ailenin aynı anda (bugünkü çift daire gibi) ikamet ettiği görülmektedir. Bir baba, iki oğlunu evlendirip evi ikiye bölmüş, kendisi küçük oğlu ile yaşamaya devam etmiş, önce evlenen büyük oğlanın evini ayırmıştır. Buradaki göçebelik izi ise bir evde “idare etmek” zorunda olunca ikinci bir ev yerine mevcut evi ikiye bölmektir. Yani göçebelik mantığında yöremizde bugün kullanılan “idarelik” ifadesi hâkimdir.

Giresun kırsalındaki pek çok köy evinin kapısının üstünde hala koç/keçi/boğa boynuzu veya nal asılmış olması da hayvanları kutsamaktan ziyade yöre insanının geçmişteki göçebeliğinde ekonomik meşgalesi olan hayvancılıkla ilgilidir. Göçebe toplumlar, etinden, sütünden, derisinden ve yününden faydalanarak yaşamlarını idame ettirdikleri evcil hayvanlara kutsiyet addettiklerinden bugüne dek söz konusu adetler kötülüklerden korunma veya bereket amacıyla sürdürülmektedir.

“Bir ekmeğin varsa yarısını yaylada ye!”, “Yazın yayla suyu içmeyenin kışın hastalığı bitmez” anlayışının hâkim olduğu göçebe geleneğin toplumunda bugün “idarelik” ibaresinin pek fazla işitilmesi ya da günlük yaşamda çokça işitilmesi, asla tesadüf değildir. Her alana olduğu gibi yapı kültürümüzde de bolca göstergeleri mevcuttur.

Reklam
Bu Konuyu Sosyal Medyada Paylaş

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Yukarı Çık